1 Ocak 2014 Çarşamba

Hastayım Hasta...

Kelimenin tam manasıyla ‘beynim akıyor.’

‘İki senedir hasta olmuyorum’ diye ortalarda gezinen ben bir bakmışım gribe yakalanmışım. Grip deyip geçmemek lazım.  Seviyeleri var. MazAllah en üst seviyesine yakalandın mı ne yatabiliyorsun ne de oturabiliyorsun. Allah düşmanımın başına vermesin.

Doğal olarak yeni yıla da hasta girmiş oldum. ‘yeni yıla nasıl girersen öyle geçermiş’ hurafesine her ne kadar inanmasam da bu hastalık geçmezse diye korkmadım değil. Bir hafta bile gözümde büyüdü şu an.  Kaldı ki bu sene malum SON sınıfız. Hasta olmayı geçtim aldığımız nefesi bile boşuna harcamamamız lazım(mış). Amma velakin ne yaparsan yap her şey olacağına varıyor. Mesela ben geçen haftadan bu yana bugünü bekliyordum, evde kalıp eksiklerimi tamamlamak için güzel bir fırsat diye düşünüyordum kiiii evdeki hesap çarşıya yine uymadı.

Hastaysan ders çalışmayı dene bakalım da gör başına gelecekleri. ‘amaaan hasta hasta çalışılmaz iyileşiyim öyle çalışırım’ psikolojisini yenip dersin başına otursan bile (kolay kolay oturamazsın da diyelim ki oturdun) soruyu defalarca okumaya maruz kalıyorsun. Onu da geçtim beynin sanki sıvılaşmış da kitabın üstüne yavaş yavaş akıyormuş, birazdan pat diye önüne düşüverecekmiş hissine kapılıyorsun.

Ders çalışma badirelerini atlatıp çalışamayacağımı anladığım an en iyisi kitap okuyayım dedim. Aç parantez. Elif Şafak ‘Baba ve Piç’ okuyorum. Çok farklı gidiyor. Bazı arkadaşlarım adından dolayı bu kitabı okumayı reddetse de okumalarını isterim doğrusu. Kapa parantez. Ama anladım ki kitap okumanın da ders çalışmaktan farkı yok. Yani kitap okuma hayalim de suya düştü.

Ders çalışmıyorsun ama vicdanın sızlıyor, kitap okuyamıyorsun için gidiyor. Bir de bunların yanı sıra hiçbir işe yaramıyormuşsun hissi sarıyor insanı. Sonra bir de telefonda arkadaşım ‘ergenliğe yeni girmiş erkek sesine’ benzetti sesimi. Dedim çok sağ ol çok moral oldun J

Şimdi yapabileceklerim arasına film izlemek, müzik dinlemek, sevdiğim blogcuları didik didik okumak gibi aktiviteler var. Diyeceksiniz ki ‘kore dizileri izlemek için can atıyordun al sana fırsat!’ ben de diyorum ki ben sadece Lee Min Ho izliyorum. Onun son dizisini de yeni bitirdim. Ayrıca bir diziyi bitirdikten hemen sonra yeni bir diziye başlayınca öncekine ihanet etmişim gibi geliyor. Aradan zaman geçmeli diye düşünüyorum.

Bu arada bence gribin tek çaresi dinlenmek. İlaçlar falan hikaye. Tabi kullanmak lazım kullanıyorum da ama ilaç yerine daha etkili çözümlerimiz var Türk halkı olarak. Ebeler ilacı’gillerden olan meyve çayı mesela. Annem diye demiyorum çok güzel yapar. Daha dün bir arkadaşa tarifini verdik. Anneciğime buradan selamlar J

‘Hastasın ama maşAllah parmaklar sağlam.’ Dediğinizi duyar gibi oluyorum. O yüzden satırlarımı burada sonlandırıyorum. Sürç-i lisan ettiysek affola.

Mutlu yıllar! J

4 Eylül 2013 Çarşamba

Sonbaharda Ayrılık


Küçük maceramıza bir isim arıyorduk. Birbirinden oldukça farklı hayatlarımız bir sonbahar günü kesişivermişti işte. Nasılsa zamanı gelince herkes yeniden kendi hayatına dönecek, kendi ırmağında akmaya devam edecekti. Biliyorduk en başından. Yolun başı, ayrılık kokuyordu en buramından. Emindik. Hatta o kadar emindik ki biteceğinden, bittiğinde unutabilmeyi diledik.

 Hiç 'biz'olmamıştık. Sahiplenmemiştik. Sahiplenmeyince ait de olmuyorduk. Sonbahar insanıydık işte. Sıcağı yazdan kalma, soğuğu kışa haberci. Hep kendimizdik. Kendimizden ödün vermeye üşendik. Düşünmedik geleceği. Bir süreliğine de olsa geleceği düşünmemek güzeldi. Güzel olan her şey biterdi. Ve bitti. Dakikaları susmuştuk ama zamanı durdurmaya yetmedi. Bir yanımız delicesine kalmak isterken diğer yanımız yola koyulmuştu bile. Vakit gelmişti. İyi dileklerde bulunduk birbirimize uzuun uzun. Vedalaştık kelimeler tükeninceye dek.

 Ayrıldık. Başka yolların başka sonbaharlarında 'yaşanmak' için ayrıldık.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Nar Ağacı Beni Nar Eyledi

Kitap dediğin fazla sürünmeyecek elde. Ama Nar Ağacı'nı bir ay gibi bir sürede okudum. Olsun. Uzun uzuun okumak güzeldi. Bir solukta okunabilecek bir kitap olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Ne güzel yazmış Nazancığım.

Roman Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum ve İstanbul'da geçiyor. Kitabın serüvenine yakışır olsa gerek bana da Uşak-İstanbul-Bandırma ve İzmir hattında okumak nasip oldu.


Sonu mutluydu ama ben gözyaşlarıma hakim olamadım. Kitap bittiği için mi, kitabın sonunda Sehend ile Çiçek Hala'ya gönül koyduğum için mi ağladım, bilemedim. Elimden bırakmak zor geldi doğrusu.

Nar Ağacı beni 'nar' eyledi. Şimdi daha fazla Azam, daha fazla Setterhan, daha fazla Zehrayım. Bütün yaşananlar tek bir gerçek için yaşanmış, bütün yollar tek bir yol için alınmıştı. Şimdi bana düşen kendi yolumda yollanmak.

Kitabı okumadan önce 'iki düşünüp bir yazıyorsam' bundan sonra 'üç düşünüp bir yazarım' sanıyorum.

Buradan teşekkürlerimi sunuyorum Nazan Bekiroğlu'na. Uzun zamandır beni böyle etkileyen bir roman okumamıştım. Kalemine sağlık. İçimde bir yerlerde, tenha köşelerimde sakladığım roman yazma hayalimi de yeniden tutuşturdu Nar Ağacı.

Ben kalbiyle sevenler zümresinden olarak daha fazla yazarsam roman hakkında ayrıntıya girmiş olacağım. Bu beni korkutur.

İyi okumalar.

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Faith Anısına

Son dakikasına heyecanla izlediğim Faith bitince hem mutluluk hem hüzün kapladı içimi. Final olmuş, merakım nihayet sona ermişti. Ama izlemeyi de özleyeceğim. Şöyle altmış yetmiş bölüm olsaydı ya. Tadı damağımda kaldı doğrusu.

 İzlediğim kore dizileri içerisinde en mükemmeli buydu diyebilirim. Gerçi izlediklerim de sayılı. Şöyle desem daha doğru olur; Lee Min Ho dizileri içerisinde en heyecanlı, en entrika dolu olanıydı. Kore dizilerinde genel olarak ağırlıkta olan aşk teması bu dizide ikinci plana atılmış. Çok da iyi olmuş bence. Ayrıca Kore tarihi hakkında ipuçları vermesi de diziyi diğerlerinden farklı kılıyor.

Tabi bu kadar çok yorum yapmak bana düşmez. Nihayetinde bu işin piri olan arkadaşlar var. Kim hangi dizide kiminle oynamış, hangi diziyle tanınmış, gelecek sezon için hangi yönetmenle anlaşmış… 

Dizide öyle entrikalar dönüyor ki. Öğrendikten sonra ‘pes doğrusu’ dedirttiriyor. Senaristi tebrik etmek lazım. Harbi güzel yazmış. Ayrıca yeri geldi güldüm, yeri geldi ağladım. Sıkıcılıktan uzak, akıcı. Filmde olağanüstü bazı olaylar olsa da bu çok göze batmıyor. Kılıfına uydurmuşlar. 

Lee Min Ho
Wu Dal Chi (kraliyet muhafızları) Kaptanı Choi Young

Kim Hee Sun
Ulu Hekim olarak anılan Yoon Eun Soo



20 Temmuz 2013 Cumartesi

Gitmelerim Olsaydı



 Elimi eteğimi çekesim var hayattan. Kimselerin bilmediği yerlere kaçasım, uzun uzuun kalasım var. Belki Robinson gibi bir ada bulurum kendime. Survivor tarzı bir hayat yaşarım. Balık tutarım, yengeçlerle dost olurum filan. Telefon yok, dırdır eden kimse yok, ygslysbaşbelasıpislikzorunlusınav yok. Defterim ve ben oluruz sadece, ohh miss!

 Düşündüm de 'ıssız bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey?' sorusuna hiic bir zaman mantıklı bir cevap verememişimdir. Aklıma takıldı bak şimdi. Bir defterim, iki yastığım, üçççç... Neyse onu ayrı bir zamanda özel olarak düşüneceğim :)

 Ne diyordum, arada bir yalnız kalma isteği duyuyorum çok şiddetli şekilde. Kafamı dinlemek istediğim için mi yoksa özgürlüğüme çok düşkün olduğum için mi çözemedim henüz. Keşke hayallerde kalmasa. Tabi ciddi ciddi bir adada yaşamak filan istemem ama arada bir  çekip gitmelerim olsaydı güzel olurdu.

 Haa bu arada 'o' hamak benimm! :)

12 Temmuz 2013 Cuma

Havadan Sudan

 Ne mi yazacağım? Havadan sudan. Böylesine basit bir muhabbetin biz insanlar için ne kadar önemli olduğunu farketmem hayli zaman almış gözüküyor. Ne midir hava ve su? Dört elementten ikisi. Hadi canım? Tabi ki sadece bu kadar değil. Hava ve su imdadımıza yetişen kahramanlarımız!!

Hepimizin konuşmak istemediği, 'muhabbet bitsede gitsek' diye iç geçirdiği zamanlar vardır elbet. İşte tam da böyle anlarda 'ne diyeceğim, ne konuşacağım?' sorularına kafa yormaya başladığımızda 'hava su' ayrılmaz ikilisi 'Bizi mi çağırdın? İsteklerin bizim için bir emirdir!' diye çıkıverir ortaya. Ahh canlarım ya ;)

 Bazen de bu durumun tam tersi gerçekleşir. Konuşmak istediğimiz hatta konuşmak için can attığımız hatta ve hatta (abartıyorum) konuşmak için öldüğümüz dakikalar olur. 'iki çift laf etsek ne güzel olur' dediğimiz anlardır bunlar. İşte, yine tam böyle dara düştüğümüzde 'hava su' çıkar gelir, 'Bizi mi çağırdın? İsteklerin bizim için bir emirdir!' der. Otuz iki diş gösterisi yapar. Bakışlarında öyle bir kendini beğenmişlik vardır ki sorma gitsin. Neyse canım. Onun dalga geçmesi falan bağlamaz bizi. Konuşacak bir konu çıkmıştır ya o yeter bize.

 Yaa işte böyle. Havadan sudan deyip hor görmemek lazım. Onlar da olmasa kim imdadımıza yetişirdi ki? İyi ki varlar ;)

10 Temmuz 2013 Çarşamba

N'olcak Ki

İçinden hiic ama hiic bir şey yapmak gelmez. Boş boş oturasın bile gelmez yani o derece. Ne kadar pozitif olursan ol arada bir vurursun negatifin dibine. Orada her şey daha farklıdır. Hayat anlamsız, hayaller saçmadır. Derin bir nefestir ihtiyacın olan. Ama onu da doyasıya çekemezsin içine. Oksijen bile karşıdır sana. Boğazında düğümlenir nedenini bilmediğin o anlamsız kelimeler. Bir anda mı hücum etmişlerdir? Ne düşüneceğini şaşırırsın. Sonra bir büyüğünün tavsiyesi gelir aklına. ‘Bir süre böyle takıl, n'olcak ki, azıcık da negatif olsan?’ çok doğru aslında N'OLCAK Kİ.